COSMOTİC ONTHOLOGY
Kainat ve kainatı oluşturan her boyutta varlığın nasıl oluşabildiği, zaman ve uzay içinde nasıl hareket edebildiği, zaman, uzayın ne olabileceği hakkında düşünüp kendi varsayımlarımı geliştirmeye çalışıyorum.
11 Şubat 2019 Pazartesi
VARLIK VE EYLEM
Varlık dediğimiz ve şu anda kavrayabildiğimiz kainatın bir mekanı yani uzayı yani boyutları vardır.Bu boyutlar temelde üç tanedir.Derinlik,yükseklik ve enden oluşur.Diğer tüm varlık biçimleri ya da yapıları bu boyutların içindedir. Ancak hareketsiz değildir.Sürekli bir hareket vardır. Hareket ile yer değiştirmek, başka bir varlık formunu oluşturabilmek, ya da var olan bir formu başka formlara dönüştürmek mümkün olabilmektedir. Bütün bu işlemler eylem ya da fonksiyon diye tanımlanabilir. Bu genel yapı ancak zamanın varlığı ile mümkün olabilir. Zaman bunun için gerekli ve zorunludur. Aksi takdirde hareketi ve fonsiyonları tanımlamak mümkün olamaz.
Kainatta bulunan her ölçekteki varlık eylemlilik içindedir. Eylemlilikle birlikte yeni formların ortaya çıkması mümkün olur. Başka bir deyişle var oluşun ve yok oluşun yaratıcısıdır eylemlilik.
En temel eylem hareket etme eylemidir. Hareket eylemi açısaldır. Tek boyutlu bir düzlemde eğer bir doğru boyunca yer değiştiriliyorsa bu sıfır açılı bir harekettir. Öte yanda eğer 360 dereceli bir hareket ise bu varlık formunun kendi etrafında dönmesi eylemidir. Diğer bütün eylem rotaları bu şekilde 0 (sıfır) ile 360 derece arasında kalan açısal hareketlerdir. Açısal hareketler eğer iki boyutlu uzay içinde olursa böyledir. Ancaküçüncü boyut içinde olursa dönme hareketi çember boyunca olmak yerine açısal spiral harekete dönüşür.
Bütün hareket rotaları üç boyutlu bir evrende mümkün olur. Varlığın hareket açısı tek boyutlu düzlemden farklı olarak yeni boyutlara görede olduğunda varlık formunun hareketide üç boyutlu bir özellik kazanmış olur.
Hareket eden bir varlık formunun eyleminin sonucu;başka bir varlık formu ile birleşmek, ya da çarparak kendisi ya da çarptığını daha ufak yapılara parçalayarak dönüştürmek olabilir. Yani hareket halindeki bir varlık formunun akibeti ya aynı şekilde kalmak, ya da küçülmek ve ya küçültmek, ya da birleşerek büyük bir yapı formu içinde yerini alarak reorganize olmaktır.
En temel varlık formunda ya da formlarında hareketi sağlayan nedir? Buna ister itme çekme diyelim isterse çekim kuvveti diyelim, bunu sağlayan başka bir deyişle bunu olanaklı kılan nedir?
Herhangi bir eylemden söz edebilmemiz için zamanın olması zorunludur. Çünkü eylem dediğimiz olgu varlığın nesnel halinin zaman ve mekan ilişkisi içindeki seyridir. Geçirdiği dönüşümdür.
Şimdiye kadar enerji diye tanımladığımız olgu esasında atom altı parçacıklarının ya hepsinin ya da bazılarının hareketinden başka bir şey değildir. Işık, sıcaklık, radyasyon vs . hepsi atom altı parçacıkların uzaydaki hareketinden ve bu hareketin diğer varlık formlarında yaptığı etkiden başka bir şey değildir.
Ancak bu bize en temel varlık formunun ya da formlarının neden ve nasıl hareket edebildiğini açıklayamamaktadır.En temel varlık formu ya da formlarından kast ettiğimiz onlardan daha küçük ya da öte varlık formunun olmaması. Geleneksel atom tanımına benzer bir varlık sınırı.
Şu anda mümkün olmuş olan varlığın kaynaklanmış olduğu temel yapı ne olabilir? Ya da tek midir? Ya da birden fazla temel yapı formu varmıdır? UZaydaki duruşu yani şekli nasıldır?Nedir?
Kainatta en yaygın yapı formları küre şeklindedir. Hemen hemen bütünyıldızlar,gezgenler ya da onların uyduları küre şeklindedir.
Galaksiler ise genelde disk şeklindedir.En ve derinlik boyutu tam gelişmiştir.Dikey boyut olan üçüncü boyutonlara kıyasla daha küçüktür. Bu da alttan ve üstten baskılanmış kürenin formu olan diske benzemektedir.
Acaba bu görünen büyük yapıların mevcut formları en temel varlık formunun bir benzeri midir?
11 Aralık 2018 Salı
VARLIK VE BOYUTLAR
Kainatta ki bütün varlık büyük ihtimalle parçacık şeklindeki temel yapılardan oluşmaktadır. Parçacıklar az yoğunluklarda parçacık şeklinde belli bir yoğunluktan sonra dalga şeklinde davranmaktadırlar.
Kainatın temel var oluşunda mekan yani uzayın olması şarttır. Varlık yani nesneler bu uzay ortamında yer almaktadırlar.
Öte yanda kainatı gözlediğimizde her şey hareket halindedir. Hareket bütün nesnel varlığın ortak eylemidir.Hareket iki farklı nokta arsında; düz, spiral, dairesel olabildiği gibi, belli bir noktada kendi etrafında dönmek şeklindede olabilmektedir.
Eylemden bahsedildiğinde zaman mutlak şekilde devreye girer. Bir zorunluluk olarak var olmalıdır. Nesnenin eyleminde zorunlu olan başka bir şeyde uzaydır.
Hareket ancak belli bir noktadan başka bir noktaya ya da belli bir formdan başka bir forma yer değiştirmek ya da dönüşmek demektir. Zaman ve uzay özellikle yer değiştirme şeklindeki harekette mutlak bir zorunluluk olarak gerekir. Başka bir deyişle eğer zaman ve uzay olmazsa varlık ve dolayısıyla varlığın eylemi de mümkün olamazdı.
Kainatı gözlediğimizde varlık nesne şeklinde vardır. Ancak hangi formda olursa olsun varlığın bir de eylemi yani fiili vardır. Fiilden ya da eylemden bahsedebilmek ancak zaman ve uzay ile mümkündür.
Eylem; varlık nesnesinin zamana bağlı olarak uzaydaki hareketidir.
Hareket bütün eylemlerin anası, temelidir. Ancak şu andaki bilgilerimizle hareketin nasıl mümkün olabildiğini henüz izah edemiyoruz. Varlık nesneleri arasındaki çekme ya da itme etkisinin nasıl mümkün olabildiğini henüz bilemiyoruz. Ancak varlığını gözlüyoruz. Varlığın nesnesi hacim ve yoğunluk olarak büyüdükçe çekme ya da itme etkiside artmaktadir. Bu etki çevredeki cisimler üzerine aradaki mesafenin karesi ile ters orantılı olarak artmakta ya da azalmaktadır.
Karşımızda büyük sorular var. Varlığın oluştuğu temel parçacıklar nasıl hareket edebiliyor? Enerji demeyin. Çünkü enerji dediğimiz şeyin kendisi zaten atom altı parçacıklardan başka bir şey değildir. Sorumuz zaten onların hareketi ile ilgilidir. Bu atom altı parçacıklar nasıl hareket edebiliyor? İlk hareketi izah edemediğimiz için bazı bilim felsefecileri bunu ilahi bir güçle açıklama yoluna gitmişler. İlk fiskeyi tanrının vurarak hareketi başlattığını ileri sürenler olmuş. Ancak bu çok açıktır ki bilimsel bir izah değildir.
Öte yanda yine bu hareketin bir formu olarak gözlediğimiz çekme ya da itme hareketleri nasıl mümkün olabilmektedir?
Henüz çözemediğimiz sorulardan biriside nesnenin kütlesi ve gravitasyon dediğimiz kütleyle ilişkili olan çekme harketidir.
CERN'deki deneyler bu sorularımıza cevap bulabilecek mi? Bekleyip göreceğiz.
Kainatın temel var oluşunda mekan yani uzayın olması şarttır. Varlık yani nesneler bu uzay ortamında yer almaktadırlar.
Öte yanda kainatı gözlediğimizde her şey hareket halindedir. Hareket bütün nesnel varlığın ortak eylemidir.Hareket iki farklı nokta arsında; düz, spiral, dairesel olabildiği gibi, belli bir noktada kendi etrafında dönmek şeklindede olabilmektedir.
Eylemden bahsedildiğinde zaman mutlak şekilde devreye girer. Bir zorunluluk olarak var olmalıdır. Nesnenin eyleminde zorunlu olan başka bir şeyde uzaydır.
Hareket ancak belli bir noktadan başka bir noktaya ya da belli bir formdan başka bir forma yer değiştirmek ya da dönüşmek demektir. Zaman ve uzay özellikle yer değiştirme şeklindeki harekette mutlak bir zorunluluk olarak gerekir. Başka bir deyişle eğer zaman ve uzay olmazsa varlık ve dolayısıyla varlığın eylemi de mümkün olamazdı.
Kainatı gözlediğimizde varlık nesne şeklinde vardır. Ancak hangi formda olursa olsun varlığın bir de eylemi yani fiili vardır. Fiilden ya da eylemden bahsedebilmek ancak zaman ve uzay ile mümkündür.
Eylem; varlık nesnesinin zamana bağlı olarak uzaydaki hareketidir.
Hareket bütün eylemlerin anası, temelidir. Ancak şu andaki bilgilerimizle hareketin nasıl mümkün olabildiğini henüz izah edemiyoruz. Varlık nesneleri arasındaki çekme ya da itme etkisinin nasıl mümkün olabildiğini henüz bilemiyoruz. Ancak varlığını gözlüyoruz. Varlığın nesnesi hacim ve yoğunluk olarak büyüdükçe çekme ya da itme etkiside artmaktadir. Bu etki çevredeki cisimler üzerine aradaki mesafenin karesi ile ters orantılı olarak artmakta ya da azalmaktadır.
Karşımızda büyük sorular var. Varlığın oluştuğu temel parçacıklar nasıl hareket edebiliyor? Enerji demeyin. Çünkü enerji dediğimiz şeyin kendisi zaten atom altı parçacıklardan başka bir şey değildir. Sorumuz zaten onların hareketi ile ilgilidir. Bu atom altı parçacıklar nasıl hareket edebiliyor? İlk hareketi izah edemediğimiz için bazı bilim felsefecileri bunu ilahi bir güçle açıklama yoluna gitmişler. İlk fiskeyi tanrının vurarak hareketi başlattığını ileri sürenler olmuş. Ancak bu çok açıktır ki bilimsel bir izah değildir.
Öte yanda yine bu hareketin bir formu olarak gözlediğimiz çekme ya da itme hareketleri nasıl mümkün olabilmektedir?
Henüz çözemediğimiz sorulardan biriside nesnenin kütlesi ve gravitasyon dediğimiz kütleyle ilişkili olan çekme harketidir.
CERN'deki deneyler bu sorularımıza cevap bulabilecek mi? Bekleyip göreceğiz.
9 Aralık 2018 Pazar
VARLIĞIN TEMELİNE İLİŞKİN BİR DENEME
İnsan algı organları ile hem kendi bedenine ait hem de içinde bulunduğu çevreye ait bilgileri algılar. Beyni ile bunları işler. Anlamlandırır. Verdiği anlama göre bir eyleme karar verir ve onu uygulamaya geçer.
İnsan aklının temel özelliklerinden birisi de merak etmesi ve soru sormasıdır. Algı organları ile almış olduğu verileri işleyerek sorularına cevaplar bulmaya çalışır. Kendince tutarlı cevaplar bulamadığında yeni verilerin neler olabileceğini merak eder ve onların peşine düşer. Böylece karşısındaki sorunun bulmacasını çözmeye gayret eder. Bu durum bir ömür boyu bu şekilde devam eder gider.
Dedik ya insan beyni merak eder. Bu çok güçlü bir güdüdür. İnsan oğlu yer yüzünde kendisini bulduğu günden beri bu güdüsünün peşine takılmış, araştırmış, bulmuş ve geliştirmiştir. Bazen merakı başına bela olmuştur. Buna rağmen hiç vaz geçmemiştir.
Böylece bu gün ulaştığımız bütün insnalık kültürünü ve bilgi birikimini ortaya çıkarmıştır. Kültür dediğimizde bütün bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, doğuştan olmayan bütün uygulamlarımız akla gelmelidir.
İnsanın en önemli sorularından birisi kendisinin ve içinde bulunduğu kainatın ve kaynağının ne olduğuna ilişkin olan sorularıdır.
Bu sorularına cevap bulabilmek için yüzyıllardır kendisini ve çevresi olan dünyayı ve gök yüzünü sürekli araştırmıştır, Gözlemler yapmıştır. İmkanlarına ve bilgisine göre laboratuarlarda incelemeler ve deneyler yapmıştır. Zamanla dini ve bilimsel dediğimiz bazı cevaplar geliştirmiştir.
Dinlere göre evreni ve insanın da dahil olduğu her şeyi tanrı yaratmıştır.Ancak tanrının bunu neden ve nasıl yarattığını insan bilemez.İnsan aklı bunu bütünüyle kavramaya yeterli değildir. Der ve işin içinden çıkar.
Ancak insan aklı ve merak güdüsü buna rağmen tatmin olmaz. Merakının peşine takılarak araştırmaya devam eder. Pozitif bilimler ve bilimsel yöntem olarak isimlendirdiği yaklaşımı işe yarar.
Pozitif bilimlerin dinlerden temel farkı bulunan cevapların test edilmesidir. Uygun laboratuarlarda tekrar tekrar test eder. Her seferinde aynı sonucu aldıktan sonra ancak geçerli cevaplar olarak kabul eder. Bilmediği, ancak merak ettiği bir konuda cevap olabilecek açıklamları hipotez şeklinde kurar. Daha sonra bu hipotezle uyumlu ya da uyumsuz verileri toplar. Eğer veriler her seferinde bu hipotezi doğrularsa o konudaki bilgi artık gerçeğin bir açıklaması olur.
İnsan oğlu pozitif bilimler ile laboratuara sokabildiği her şey hakkında cevaplar bulmak için çabalamış ve halen bu çabası devam etmektedir. Bazı sorularına cevaplar bulabilmiş.Ancak öğrendikçe, bildikçe yeni sorular ortaya çıkmaya başlamıştır. Soruları azalacağına dahada çok artmaya başlamış.
Bu önemli sorulardan biris de varlığın kaynağına ilişkin olandır. Gördüğümüz varlık nedir? Nasıl bir şeydir diye merak etmiş. Bu konuda fizik, kimya biyoloji, uzay bilimleri, matematik ve felsefe ile cevaplar bulmaya çalışmış.
Şu anda varlığın temel yapısına ilişkin ulaştığı cevaplardan bir kısmı şöyledir. Kainat insan aklının anlamakta zorlandığı kadar büyük ve sonsuzdur. Kainatın en büyük yapıları galaksi adaları, daha sonra galaksiler, galaksilerin içinde yıldızlar, yıldızların etrafında gezegenleri, gezgenlerin uyduları, meteorlar ve nihayetinde bu yapılar üzerinde var olan daha küçük yapılar.
İnsan ise samanyolu galaksisinin milyarlarca yıldızından birisi olan güneşimizin etrafında dolanan dokuz gezegenden birisi olan dünya dediğimiz bir gezgen üzerindeki milyarlarca canlı türünden birisidir.
Bu gün artık dünya üzerindeki bütün canlıların karbon temelli canlılar olduğunu biliyoruz. Kimya ve biyoloji bilimlerimizle bunu laboratuarlarda doğrulamış durumdayız.
Ancak varlık sadece canlı olanlardan oluşmuyor. cansız diye tanımladığımız çok daha büyük bir kısım var.
Biyoloji, kimya ve fizik sayesinde canlı veya cansız varlığın elementlerden meydana geldiğini de artık biliyoruz. Şu anda laboratuarlarda veya yapay ortamlardakilerle birlikte yüz küsür element var. Yani bütün kainatın bu yüz küsür element dediğimiz yapıtaşlarından oluştuğunu biliyoruz. En yaygın olan ise hidrojen ve helyum elementidir.
Elementleri birbirlerinden farklı kılan şey ise çekirdeklerindeki nötron, proton sayıları ve çekirdek etrafında yörüngelerde dolanan elektronlardır. Başka bir deyişle biraz daha incelendiğinde bütün kainatın nötron, proton ve elektron dediğimiz çok daha minik, gözle görülemeyen yapıtaşlarının belli oranda bir araya gelmesinden oluştuğunu görüyoruz. Kabaca atom dediğimiz yapılardır.
Eski Grek medeniyetleri döneminde ki atom tanımı şöyleydi. Kainatta bulunan her hangi bir varlığı imkanımız olsada her seferinde daha küçük parçalara ayırabilsek. Sonunda öyle bir noktaya varırız ki bulduğumuz parçayı daha fazla parçalayamayız. O artık kainatta her şeyin meydana geldiği temel yapıdır. Buna artık "bölünemez" anlamına gelen "atom" denilmiştir.
Ancak antik yunan medeniyetleri dönemindeki atom tanımına henüz ulaşamadığımızı bu gün öğrenmiş durumdayız. Elementlerin çekirdeğini oluşturan proton ve nötronlarında çok daha küçük yapılardan oluştuğunu farkettik. Bunlara da atom altı parçacıklar diyoruz. Bu gün CERN laboratuarında bu düzeydeki varlık yapılarıyla deneyler yapıyoruz. Onları daha doğru ve fazla tanımak bilmek çabasındayız. Onlar o denli minik ve hızlıdırlar ki onlarla işlem yapmak hiçte kolay değildir.
İşık, ısı, radyasyon vb kabaca enerji dediğimiz fiziki olguların da atom altı parçacıklarından oluştuğunu öğrenmiş durumdayız. Ancak hala bir çok sorularımız var.
Acaba bu atom altı parçaçıklar varlığın en temel yapı taşları mı? Belli şekilleri var mıdır? Bütün kainat bu temel yapıtaşlarından mı meydana gelmiş ve bu günkü halini almıştır? Hareket nasıl mümkün olabiliyor? Eğer enerji dediğimiz olgularda parçacıklardan oluşmuşlarsa bütün bu parçacıkları hareket ettirebilen nedir? Kendinden bir şey midir? Yoksa parçacıklardan birisinin bir özelliği midir? Bunun gibi bir çok sorumuz hala cevaplarının bulunmasını bekliyor. İnsanoğlu bilim insanları aracılığıyla hala bıkmaksızın araştırıp duruyor. Ne yazık ki henüz cevaplardan epey uzaktayız.
Gelecek bölümlerde mikrokozmoz dediğimiz bu alemde seyretmeye devam edeceğim.
İnsan aklının temel özelliklerinden birisi de merak etmesi ve soru sormasıdır. Algı organları ile almış olduğu verileri işleyerek sorularına cevaplar bulmaya çalışır. Kendince tutarlı cevaplar bulamadığında yeni verilerin neler olabileceğini merak eder ve onların peşine düşer. Böylece karşısındaki sorunun bulmacasını çözmeye gayret eder. Bu durum bir ömür boyu bu şekilde devam eder gider.
Dedik ya insan beyni merak eder. Bu çok güçlü bir güdüdür. İnsan oğlu yer yüzünde kendisini bulduğu günden beri bu güdüsünün peşine takılmış, araştırmış, bulmuş ve geliştirmiştir. Bazen merakı başına bela olmuştur. Buna rağmen hiç vaz geçmemiştir.
Böylece bu gün ulaştığımız bütün insnalık kültürünü ve bilgi birikimini ortaya çıkarmıştır. Kültür dediğimizde bütün bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, doğuştan olmayan bütün uygulamlarımız akla gelmelidir.
İnsanın en önemli sorularından birisi kendisinin ve içinde bulunduğu kainatın ve kaynağının ne olduğuna ilişkin olan sorularıdır.
Bu sorularına cevap bulabilmek için yüzyıllardır kendisini ve çevresi olan dünyayı ve gök yüzünü sürekli araştırmıştır, Gözlemler yapmıştır. İmkanlarına ve bilgisine göre laboratuarlarda incelemeler ve deneyler yapmıştır. Zamanla dini ve bilimsel dediğimiz bazı cevaplar geliştirmiştir.
Dinlere göre evreni ve insanın da dahil olduğu her şeyi tanrı yaratmıştır.Ancak tanrının bunu neden ve nasıl yarattığını insan bilemez.İnsan aklı bunu bütünüyle kavramaya yeterli değildir. Der ve işin içinden çıkar.
Ancak insan aklı ve merak güdüsü buna rağmen tatmin olmaz. Merakının peşine takılarak araştırmaya devam eder. Pozitif bilimler ve bilimsel yöntem olarak isimlendirdiği yaklaşımı işe yarar.
Pozitif bilimlerin dinlerden temel farkı bulunan cevapların test edilmesidir. Uygun laboratuarlarda tekrar tekrar test eder. Her seferinde aynı sonucu aldıktan sonra ancak geçerli cevaplar olarak kabul eder. Bilmediği, ancak merak ettiği bir konuda cevap olabilecek açıklamları hipotez şeklinde kurar. Daha sonra bu hipotezle uyumlu ya da uyumsuz verileri toplar. Eğer veriler her seferinde bu hipotezi doğrularsa o konudaki bilgi artık gerçeğin bir açıklaması olur.
İnsan oğlu pozitif bilimler ile laboratuara sokabildiği her şey hakkında cevaplar bulmak için çabalamış ve halen bu çabası devam etmektedir. Bazı sorularına cevaplar bulabilmiş.Ancak öğrendikçe, bildikçe yeni sorular ortaya çıkmaya başlamıştır. Soruları azalacağına dahada çok artmaya başlamış.
Bu önemli sorulardan biris de varlığın kaynağına ilişkin olandır. Gördüğümüz varlık nedir? Nasıl bir şeydir diye merak etmiş. Bu konuda fizik, kimya biyoloji, uzay bilimleri, matematik ve felsefe ile cevaplar bulmaya çalışmış.
Şu anda varlığın temel yapısına ilişkin ulaştığı cevaplardan bir kısmı şöyledir. Kainat insan aklının anlamakta zorlandığı kadar büyük ve sonsuzdur. Kainatın en büyük yapıları galaksi adaları, daha sonra galaksiler, galaksilerin içinde yıldızlar, yıldızların etrafında gezegenleri, gezgenlerin uyduları, meteorlar ve nihayetinde bu yapılar üzerinde var olan daha küçük yapılar.
İnsan ise samanyolu galaksisinin milyarlarca yıldızından birisi olan güneşimizin etrafında dolanan dokuz gezegenden birisi olan dünya dediğimiz bir gezgen üzerindeki milyarlarca canlı türünden birisidir.
Bu gün artık dünya üzerindeki bütün canlıların karbon temelli canlılar olduğunu biliyoruz. Kimya ve biyoloji bilimlerimizle bunu laboratuarlarda doğrulamış durumdayız.
Ancak varlık sadece canlı olanlardan oluşmuyor. cansız diye tanımladığımız çok daha büyük bir kısım var.
Biyoloji, kimya ve fizik sayesinde canlı veya cansız varlığın elementlerden meydana geldiğini de artık biliyoruz. Şu anda laboratuarlarda veya yapay ortamlardakilerle birlikte yüz küsür element var. Yani bütün kainatın bu yüz küsür element dediğimiz yapıtaşlarından oluştuğunu biliyoruz. En yaygın olan ise hidrojen ve helyum elementidir.
Elementleri birbirlerinden farklı kılan şey ise çekirdeklerindeki nötron, proton sayıları ve çekirdek etrafında yörüngelerde dolanan elektronlardır. Başka bir deyişle biraz daha incelendiğinde bütün kainatın nötron, proton ve elektron dediğimiz çok daha minik, gözle görülemeyen yapıtaşlarının belli oranda bir araya gelmesinden oluştuğunu görüyoruz. Kabaca atom dediğimiz yapılardır.
Eski Grek medeniyetleri döneminde ki atom tanımı şöyleydi. Kainatta bulunan her hangi bir varlığı imkanımız olsada her seferinde daha küçük parçalara ayırabilsek. Sonunda öyle bir noktaya varırız ki bulduğumuz parçayı daha fazla parçalayamayız. O artık kainatta her şeyin meydana geldiği temel yapıdır. Buna artık "bölünemez" anlamına gelen "atom" denilmiştir.
Ancak antik yunan medeniyetleri dönemindeki atom tanımına henüz ulaşamadığımızı bu gün öğrenmiş durumdayız. Elementlerin çekirdeğini oluşturan proton ve nötronlarında çok daha küçük yapılardan oluştuğunu farkettik. Bunlara da atom altı parçacıklar diyoruz. Bu gün CERN laboratuarında bu düzeydeki varlık yapılarıyla deneyler yapıyoruz. Onları daha doğru ve fazla tanımak bilmek çabasındayız. Onlar o denli minik ve hızlıdırlar ki onlarla işlem yapmak hiçte kolay değildir.
İşık, ısı, radyasyon vb kabaca enerji dediğimiz fiziki olguların da atom altı parçacıklarından oluştuğunu öğrenmiş durumdayız. Ancak hala bir çok sorularımız var.
Acaba bu atom altı parçaçıklar varlığın en temel yapı taşları mı? Belli şekilleri var mıdır? Bütün kainat bu temel yapıtaşlarından mı meydana gelmiş ve bu günkü halini almıştır? Hareket nasıl mümkün olabiliyor? Eğer enerji dediğimiz olgularda parçacıklardan oluşmuşlarsa bütün bu parçacıkları hareket ettirebilen nedir? Kendinden bir şey midir? Yoksa parçacıklardan birisinin bir özelliği midir? Bunun gibi bir çok sorumuz hala cevaplarının bulunmasını bekliyor. İnsanoğlu bilim insanları aracılığıyla hala bıkmaksızın araştırıp duruyor. Ne yazık ki henüz cevaplardan epey uzaktayız.
Gelecek bölümlerde mikrokozmoz dediğimiz bu alemde seyretmeye devam edeceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)